Mitosa Karsi Logos ya da Dionysos’a Karsi Sokrates: Tragedyanin Dogusu’nda Felsefe ve Sanat Karsitligi | Author : Sever Isik | Abstract | Full Text | Abstract :Felsefe/logos ve sanat/mitos çatismasi düsünce tarihinin en kadim meseleleri arasinda yer almaktadir. Söz konusu tartismanin
çerçevesi büyük ölçüde sanata karsi felsefenin safinda olan Platon tarafindan belirlenmistir. Bu tartismada Nietzsche açikça sanatin
safinda yer alir. Platoncu hakikat anlayisina temelden karsi olmakla birlikte paradoksal olarak sanatin insan dogasi ve evrenin
gerçekligini anlamak hususunda felsefeden daha derin bir hakikati yansittigini düsünür. Ona göre sanatlarin en ideal örnegi mitosa
dayanan antik Yunan tragedyasidir. Antik Yunanlilar sanat yoluyla yasami katlanilir kilmis ve üstesinden gelmeyi basarmislardir.
Sanata felsefe karsisinda üstün bir konum biçen filozofa göre insan, sanat araciligiyla yasami sürekli olarak dönüstürme ve yeniden
yaratma imkânina sahiptir. Ancak Sokrates’in mitosun yerine logosu geçirmesi sanatin ölümüyle sonuçlanmistir. Sanatin ölümü
ve felsefi düsüncenin egemen olusu bugün zirve noktasina varan dekadansin baslangici olmustur. Yasami aklin tiranligina tabi
kilan felsefe, yasami olumsuzlayarak degerden düsürmüstür. Dolayisiyla sanat ve felsefenin karsit olusu konusunda Nietzsche,
Platon ile uyum içindedir. Ancak Nietzsche, “müzik yapan Sokrates” imgesi araciligiyla felsefe ve sanatin birlikteligine duyulan
bir umudu tasimakta ve bu tartismayi asmayi düsünmektedir. Sanat ile felsefeyi birlestirecek olanlar ise “gelecegin filozoflari”
olacaklardir. |
| Trajediler Çaginda Ortak Bir Yasam Arayisi Olarak Aliya Izzetbegoviç’in Siyaset Felsefesi | Author : Serdar Saygili ve Oya Çetintas | Abstract | Full Text | Abstract :Aliya Izzetbegoviç, yasamini halkinin özgürlügüne adamis önemli bir siyasi liderdir. Izzetbegoviç, farkliliklari ile öne çikan bir
cografyada insanlarin birlikte nasil yasayabilecegi sorusu üzerine özgün düsünceler üretmistir. Onun düsünceleri ve eylemleri
eski Yugoslavya’daki komünist ve fasist ideolojiler sebebiyle özgürlüge kavusamayan, savas ve soykirimla yüzlesen Bosnaklarin
ulusal gelecegine yön vermistir. Izzetbegoviç, samimi bir inanç ve iyi eylemler üzerine insa ettigi düsünce dünyasini siyasi yasamina yansitmaya çalismistir. Izzetbegoviç’in siyaset anlayisi, Islami ahlak anlayisi çerçevesinde ortaya çikmistir. Islam’i yalnizca bir
inanç olarak görmeyen Izzetbegoviç, Islam’in yasamin bütün alanlarinda var olmasini istemistir. O, Islam inanci ile temellendirdigi
siyasi perspektifi dogrultusunda halkinin bagimsiz bir ulus olarak yasamasini saglamistir. Bosna-Hersek’in bagimsizligi, öteki
ezilmis uluslarin bagimsizligi için güçlü bir siyasi model teskil etmistir. Bununla birlikte Izzetbegoviç, ahlakin insani hayvandan
farklilastiran ve insana sahsiyet kazandiran önemli bir deger oldugunu düsünmüstür. Ona göre, insan ile hayvan arasindaki en
önemli ayrimsal fark, ahlak ve ahlaki irade sahibi olmaktan gelmektedir. Ahlak için özgürlügün ön sart oldugunu düsünen Izzetbegoviç, totaliter yönetimlerin insani degersizlestirdigini belirtmistir. O, bireye ve topluma hiçbir hak tanimayan baskici totaliter
yönetimler karsisinda özgürlük, esitlik, adalet ve demokrasi ugruna halkiyla birlikte savasarak Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin
bagimsizlik kazanmasini saglamistir. Görüldügü üzere Izzetbegoviç’in siyaset anlayisi günümüz dünyasinin totaliter, emperyalist,
oportünist ve pragmatist siyaset anlayislarina karsi önemli bir alternatif durumundadir. |
| Skepticism, Grammatical Criteria, and Politics in Stanley Cavell | Author : Yusuf Öz | Abstract | Full Text | Abstract :Stanley Cavell reads Ludwig Wittgenstein’s Philosophical Investigations as a collection of philosophical responses to the threat of
skepticism. However, he criticizes the widely held anti-skeptical interpretations of Wittgenstein for reducing the problem of skepticism to an intellectual riddle to be solved. Cavell claims that Wittgenstein’s arguments do not defeat the skeptical threat but reveals
what he calls ‘the truth of skepticism’ according to which our relation to the world as language users cannot be reduced to that of
mere knowing. The truth of skepticism points to political and social dimensions of the threat of skepticism which are ignored in
both skeptical and anti-skeptical arguments. Cavell shows how skepticism is a form of epistemological mistrust towards politically
and socially established grammatical criteria. The skeptic totally repudiates the epistemic authority of grammatical criteria, and
the anti-skeptic endorses it unconditionally. Cavell criticizes both of them for ignoring language users’ moral and political participation in the formation of grammatical criteria. He refers to Jean-Jacques Rousseau’s social contract theory to discuss the moral
and political dimensions of language users’ relations to grammatical criteria, and argues that the vulnerability of our grammatical
criteria to the skeptical threat is not a deficiency as the skeptic and the anti-skeptic seem to think alike, but an inherent condition
of our speech acts.
|
| F.H. Jacobi’nin Aydinlanmaci Rasyonalizm Elestirisi Üzerine Bir Degerlendirme | Author : Evren Erman Rutli | Abstract | Full Text | Abstract :Friedrich Heinrich Jacobi 18. ve 19. Yüzyil Alman felsefesi ve Aydinlanma düsüncesi açisindan oldukça önemli bir filozoftur.
Özellikle Kant ve Spinoza felsefesinde ortaya çikan akil, Tanri ve evren anlayislarina getirdigi elestirilerle Aydinlanma projesinin
gidisatini dogrudan etkilemistir. Bu baglamda Jacobi’nin elestirilerinin Aydinlanma düsüncesinin felsefi macerasina etkisinin çift
yönlü bir biçimde gelistigini ifade etmek yanlis olmaz. Jacobi özellikle Aydinlanmaci akil anlayisina getirdigi radikal elestiriler ile
bir yandan hem çagin anti rasyonalist ya da irrasyonalist düsüncelerine kaynaklik etmis diger yandan bu radikal elestirilere cevap
verme çabasi içine giren Aydinlanma felsefesini, özellikle de Alman Idealizmini yeni bir pozisyon alma gerekliligi ile yüzlestirmistir.
Bununla birlikte Jacobi’nin Aydinlanmaci akil elestirilerinin etkilerinin sadece kendi çagiyla sinirli kalmadigina da isaret etmek
elzemdir. Bu baglamda Jacobi’nin elestirileri kendinden sonraki Aydinlanma elestirlerine de dogrudan ya da dolayli olarak ciddi
etkiler birakmistir. Tüm bu önemine ragmen, özellikle Türkçe literatürde Jacobi’nin felsefi pozisyonunu tahlil etmeyi amaçlayan
hiçbir çalisma olmamasi olumsuz bir durumdur. Bu makalede Jacobi’nin Aydinlanmaci rasyonalizm elestirilerine odaklanilacak
ve bu baglamda filozofun Bati felsefe gelenegi içindeki pozisyonu tespit edilmeye çalisilacaktir. |
| Raskolnikov’un Ahlaki Ikilemi: Nietzscheci Bir Bakis | Author : Nüket Ünal Rutli | Abstract | Full Text | Abstract :F.M. Dostoyevski ve F. Nietzsche 19. Yüzyil’in kültürel yasamina damga vurmus iki önemli entelektüeldir. Farkli kültürel atmosferlerde ve farkli düsünsel ortamlarda yetismis olsalar da oldukça benzer problemlere kafa yormuslardir. Her iki düsünür için
de temel problem yasamin anlami ve degeri problemidir. Içinde yasadiklari çagda, bireyin kendi yasaminin anlamini ve degerini belirlemekten bütünüyle uzak bir konumda oldugu tespitinde bulunurlar. Bu problem baglaminda her iki düsünür de içinde
yasadigi çagin temel karakterini nihilizm olarak adlandirir. Üstelik hem Nietzsche hem de Dostoyevski bu nihilist yapinin insan
yasaminda varolussal bir siçrama ile ortadan kaldirilabilecegi fikrini savunurlar. Ancak tüm bu ortak noktalara ragmen söz konusu varolussal siçramanin içerigi ve biçimi açisindan farkli görüslere sahiptirler. Bu makalede söz konusu paralellik ve farkliliklardan yola çikarak Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” adli eserinin bas karakteri olan Raskolnikov’un Nietzsche felsefesi açisindan bir
analizi yapilmaya çalisilacaktir. Böylece Nietzsche’nin insanin kendini gerçeklestirme sürecinde ortaya koydugu asamalara iliskin
yeni bir perspektif sunmak amaçlanmaktadir. |
| Da-sein and Truth in Heidegger’s Being and Time | Author : Mustafa Polat | Abstract | Full Text | Abstract :In his groundbreaking work Being and Time, Heidegger meticulously presents a variety of interpretations of truth to construct a
satisfying epistemological framework suitable for phenomenology as fundamental ontology. He thus proposes the derivative (e.g.
truth-as-agreement/correctness) and primordial (e.g. truth-as-Aletheia/disclosure, truth-as-openness, truth-as-Dasein’s disclosedness) conceptions of truth so that he could account for how his theory of knowledge accommodates with his theory of beings. In
this paper, I will provide a comprehensive analysis of how Heidegger construes the notion of truth with respect to his fundamental
ontology in which he reconstructs the study of beings. In doing so, I will follow three strands (namely, linguistic, ontological, and
epistemological) to analyze Heidegger’s notion of truth considering the features of his fundamental ontology. All these strands of
analysis, on the one hand, show what conceptions of truth Heidegger discusses and endorses; on the other hand, they characterize
Heidegger’s theory of knowledge in its connection with his fundamental ontology. Hence, I first visit the question of how Heidegger
reconstructs his philosophical language to accommodate with his understanding of the question of being. This explanatory section
purports to ground Heidegger’s reasons behind his re-reading the traditional understanding of ontology. Then, I will elucidate how
Heidegger re-reads the traditional ontology and how he reconstructs it in accordance with his central notion Da-sein. Finally, I will
specify what conceptions or conception of truth Heidegger promotes with respect to Da-sein. |
|
|