Gerard’t Hooft’da Determinizm ve Özgür Irade |
Author : Mehmet Emin Seker ve Lokman Çilingir |
Abstract | Full Text |
Abstract :Özgür irade ve nedensellik tartismalari düsünce tarihinin ilk dönemlerine kadar götürülebilir. Bu tartismalar modern bilimin
dogusuna kadar devam etmekle birlikte her iki görüs için de ikna edici bir kanit bulunamamistir. Newton fizigi ile kendisine
saglam bir dayanak bulan nedensellik düsüncesi, kuantum fiziginin gelistirilmesiyle ilk defa bu kadar ciddi biçimde sorgulanir
hale gelmistir. Bu baglamda kuantum fiziginin standart yorumu nedensellige karsi en büyük meydan okuma olarak algilanmistir.
Nedenselligin olmamasi demek, sebep-sonuç iliskisinin ortadan kalkmasi ve evrende açiklanabilir bir düzenin olmadigi anlamina
gelmektedir. Albert Einstein ve birkaç arkadasinin bu meydan okumaya karsi çikislari da bilim insanlarinin çogunlugu tarafindan dikkate alinmamis ve standart yorum genel bir kabul görmüstür. Günümüze kadar sadece birkaç fizikçi bu yolda israr etmeyi
sürdürmüstür. Bunlardan birisi de Gerard’t Hooft’tur. Biz bu çalismada, Hooft’un kuantum teorisine bakis açisini, deterministik
modelini dizayn eden felsefi görüsleriyle birlikte degerlendirmeyi amaçliyoruz. Bu anlamda özellikle “Free Will in the Theory of
Everything” adli makalesinde ortaya koydugu rasyonalist kurguyu göstermeye çalisacagiz. |
|
Eksen Çagi’nda Türk Kozmogonisi, Eski Çin (Chou) Düsüncesi ve Antik Grek Felsefeleri Taoizm Etrafinda Bir Araya Geliyor: Taoizm ve Timaios Diyalogunun Yapisal Iliskileri |
Author : Mustafa Said Kursunoglu |
Abstract | Full Text |
Abstract :MÖ 500’lerde belirginlesen Eksen Çagi, o gün ki bilinen dünyanin dogusu ile batisinda benzer özelliklere sahip evrenselci bir hümanizma ve aydinlanmaya neden olmustur. Bir Eksen Çagi klasigi olarak Taoizm, düsünce formlarinin farkli tarzlarini temel umdeler halinde içeren kompleks özüyle, bilinen tarih içerisindeki en özlü kapsami sergileyen gündelik oldugu kadar entelektüel ve
felsefi bir düsünce biçimi olarak karsimiza çikmaktadir. Bu nedenle Türk kozmogonisi, eski Çin (Chou) düsüncesi ve antik Grek
felsefeleri Taoizm çerçevesinde birlikte yorumlanabilir bir mahiyet göstermektedir. Uzak cografyalara ait olmakla birlikte, Sokrates öncesi felsefe ile Taoist düsünce arasinda Eksen Çagi’ni birlikte yansitan ortak özellikler vardir. Platon Sölen Diyalogunda
Eksen Çagi filozofunun genel özelliklerini yansittigi gibi, onun diyalektik tarzi rahatlikla Taoist metinlerle tamamlayici bir anlam
iliskisine de girmektedir. Özellikle Platon’un Timaios diyalogunda ortaya koydugu felsefesi ile Taoist düsünce arasinda yakin iliski ve benzerlikler zirve yapmaktadir. Bu benzerlikler özellikle Chi ve Psukhe kavramlari ile Chi ve antik Grek alfabesinin 22. harfi
olan X arasinda oldukça belirginlesmektedir. Taoizm çerçevesinden bakildiginda farkli cografya ve kültürlere ait bu üçlü, birlikte
Eksen Çagi’nda yayginlasan evrensel aydinlanmanin ürünleri olarak tezahür etmektedir. Eksen Çagi, o günün dünyasinin Dogu
ve Bati yakasinda ayni düsünsel etkilerin açiga çikmasina neden olmus ve günümüzün zihin dünyasini da belirleyen en kapsamli
paradigmatik bir degisimi simgelemektedir. |
|
Efendi-Köle Ikiligine Iliskin Üç Açiklama |
Author : Melike Molaci |
Abstract | Full Text |
Abstract :Felsefe tarihinin Platon’dan Hegel’e kadar olan bölümü büyük metafizik dizgeleri barindirir. Gelenege atif yapan bu izlek, içerdigi
sira disi figürlerle birlikte belirli bir süreklilik içermez. Fakat bu geleneksel çizginin müstesna figürleri bir kenara birakildiginda,
Hegel’e degin olusmus olan felsefi mirasin evrensellik, özdeslik, tümellik vb. idealler dogrultusunda ilerledigi göze çarpar. Mezkûr
ideallerin zirvesini ifade eden Hegel’den sonra ise felsefenin akibetinin ne olacagi siklikla tartisilmis bir probleme isaret eder. Bu
problem felsefelerini Hegel’e karsi/ragmen olusturan postmodern ya da postyapisalci filozoflarin eserlerini bastan sona kusatir.
Özellikle kapali sistemlerin özdeslik idealine karsi, farkliliklarin ve tekilliklerin onaylandigi bir felsefenin izini süren postmodern ve postyapisalci düsünürler, Hegel düsüncesinden siyrilabilmek için siklikla gelenegin disinda konumlanan Nietzsche’ye
basvururlar. Bu baglamda iki düsünürde de bulunan köle ve efendi kavramlarindan hareket eden Deleuze, Nietzsche’nin efendi
ve köle ahlâklarina iliskin tespitlerinin dogrudan Hegelci efendi-köle diyalektigine bir cevap oldugunu düsünür. Bu tartismali iddianin da ele alinacagi bu yazida, öncelikli olarak Hegel ve Nietzsche’nin efendi ve köle iliskisine dair düsünceleri ve bu düsüncelerin hangi baglamda ele alinmasi gerektigi üzerinde durulacak, sonrasinda ise Deleuze’ün iddiasinin ayrintilarina deginilecektir.
Sonuç bölümünde ise Deleuze’ün iddiasinin geçerliligi tartisilarak, bu iddianin aslinda Deleuze’ün farklilik üzerine insa etmeye
çalistigi ontolojisinin bir sonucu ya da uzantisi oldugu gösterilmeye çalisilacaktir. |
|
Deconstruction of Hume-Buddhism Relation: A Final Note on Anatta Debate |
Author : Engin Yurt |
Abstract | Full Text |
Abstract :When Hume’s understanding of empiricism is handled, his ideas towards human self are usually narrated with the phrase of
“bundle theory of the self”. Hume, different from rationalists -and even from Locke as an empiricist who stays close to rationalist
tradition about the matter of individual’s self- defends the idea that humans have no self as an independent structure and the thing
which is accepted as the self is actually a bundle of perceptions. Even though it is not clear if this interpretation of self as a thing
which has no coercive quality -which means that what is called self is just a sum or combination of experiences- is a destructive
critic towards rationalists’ idea of self or simply a pointing-towards another base in an epistemological and ontological sense. This
understanding of his is said to has shown a similarity with the term of Anatta from Buddhist teaching which mentions that there
is no permanence or unchanging substance in existence and beings”. In here, it has been researched that if it is possible to deconstruct by investigating in which points Hume’s views towards the idea of self has a corresponding with and differentiation from the
contexts that the term Anatta is thought within Buddhist tradition of thought. With this reading, how much Hume’s opinions are
related to Anatta is opened up to debate with problematizing the concepts like sameness, difference and similarity |
|
Insan Haklarinda Kusaklar Tartismasi ve Bir Çözüm Denemesi |
Author : Celal Yesilçayir |
Abstract | Full Text |
Abstract :Insan haklari, herkesin salt insan olmaya bagli temel haklari olarak bilinmektedir. Insan haklari kusaklari ise bu anlayisin
fikirsel gelisim sürecindeki dönemleri ifade eden bir kavramdir. Bununla birlikte insan haklari kusaklari çerçevesinde birtakim
tartismalarin yasandigi ve bu tartismalarin haklarla ilgili bazi ayrismalara neden oldugu görülmektedir. Liberal düsünürler, ileri
sürdükleri farkli fikirlerle bahsi geçen tartismalarda basat rol oynamaktadirlar. Bu baglamda bazi liberal düsünürlerin insan
haklarini sadece birinci kusak haklar olarak bilinen “yasama hakki” ile sinirlandirdiklari ortaya çikmaktadir. Diger taraftan
insan haklari kusaklarini bir bütünün parçalari olarak gören ve söz konusu sinirlandirmaya karsi çikan düsünürler de mevcuttur.
Insan haklari kusaklarindaki ayrismalarin hukuk sistemlerine yansimasi ise birçok hak ihlaline neden olabilmektedir. Dolayisiyla
insan haklari kusaklari minvalinde yasanan tartismalarin ve ayrismalarin bir çözüme ulasmasi konusunda felsefi bakis açilarina
gereksinim duyuldugu anlasilmaktadir. Elinizdeki çalismada kusaklar tartismasi baglaminda yasanan sorunlar analitik ve
elestirel bir anlayisla irdelenerek, birtakim tespitlere ulasilmaya çalisilmaktadir. Ayni zamanda sorunlarin çözümüne yönelik
felsefi mahiyette bazi önerilerin olusturulmasi amaçlanmaktadir. |
|
Iktisadin Insani Için Yeni Bir Eidos Önerisi: Rasyonalite Yerine Özgürlük |
Author : Ertugrul Ibrahim Kizilkaya |
Abstract | Full Text |
Abstract :Iktisadin insana dair yaklasimi rasyonalite varsayimina dayanmaktadir. Bu varsayimdan yola çikan iktisat, insan davranisinin
farkli boyutlarini ölçmeye yönelmekte ve bunun üzerinden iktisadi sorunlarin teshis ve tedavisinin gerçeklestirilecegini kabul
etmektedir. Platon düsüncesinde de insana dair bir eidos varsayilmakta ve bu kapsamda insana dair özelliklerin arithmos
araciligiyla ölçümü gerçeklestirilmektedir. Ancak, Platon düsüncesine benzer biçimde, iktisat uzun bir süredir insanin özü üzerinde düsünmeyi rafa kaldirmis ve matematiksel bir formalizm ile yetinmeye baslamistir. Söz konusu yaklasim metodolojik açidan
yanlis olmasa da eksiktir. Insan sanildigindan çok daha karmasik bir insan yasami insa etmekte ve bu yasami sürekli bir biçimde
yeniden kurgulamaktadir. Dolayisiyla, Platon düsüncesinde oldugu gibi, iktisadin yaklasiminda da insana dair verili bir özün
kabul edildigi görülmektedir. Bu kabulden radikal bir biçimde vazgeçilerek insana dair özün degisken olma olasiligi üzerinde
düsünmek yerinde olacaktir. Bu kapsamda, Sartre’in varolusçu düsüncesi ve Hegel’in insana dair plastisite yaklasimindan hareketle insanin özünün özgürlük oldugu iddiasi sorgulanabilecektir. Insan, kendi yasamini, kendi gelecegini, yine kendi yaraticiligiyla
kuran bir canlidir. Insanin kendisi için kurguladigi yasamin ve insanin dissal kosullarinin dinamik etkilesimi kapsaminda ortaya
çikan olumsalliklarin incelenmesi bu çerçevede önem arz etmektedir. Iktisat biliminin de bu nedenler dogrultusunda ve yeni perspektifler insa edebilmek amaciyla insan bilimlerinin farkli disiplinleriyle birlikte düsünmeye yönelmesi gerekmektedir. |
|
Kadin-Erkek Ayriminda Simgesel Aklin Insasi: Kimin Akli? |
Author : Filiz Bayoglu Kina |
Abstract | Full Text |
Abstract :Sosyal bilimler, dünyayi tanimlama ve anlamlandirma girisimi olarak iktidar iliskileri aginin önemli bir parçasini olusturur. Bu
ayni zamanda egemenligi elinde tutmayanlarin deneyimlerinin de, bu tanimlama ve anlamlandirma girisimleri ile sekillendigi
anlamina gelir. Erkek-kadin ayriminda kullanilan simgeler de, bu tanimlama ve anlamlandirma girisimlerinin disinda degildir.
Hakikatin aranmasi olarak felsefe, arayisinda kavramlari kullanir. Felsefenin temel malzemesi olan kavramlar, betimleyici olarak
nötr müdürler? (Örnegin ruh, akil, beden, bilim gibi) Yoksa çesitli aidiyetlerin algilayis biçimleriyle mi sekillenmislerdir? Buradan
hareketle sosyal bilimlerin bir disiplini olarak felsefenin; kadin-erkek ayriminda akil’i nasil ele aldigina, hangi kavramlarla tanimladigina bakmak gerekli olur. Çalismamizin amaci, bu ayriminin, geleneksel felsefi metinlerde (Platon, Aristoteles, Bacon, Dercartes) nasil islendigine, hangi simgelerle aktarildigina dikkat çekerek, aklin nasil ve kimin yararina kuruldugunu göstermektir. Felsefe dogusundan beri, kadini, simgesel olarak, akil’in disinda kaldigi varsayilan seylerle es tutmus, asilmaz karsitliklar içinde asagi
bir konumda ele almistir. Ancak bize kavramlar üzerine elestirel düsünme ve sorgulama imkâni veren yine felsefenin kendisidir. |
|
Heidegger Düsüncesinde Tekniklesmis Hayvan Olarak Modern Insan |
Author : Sevim Ersahin Karakas |
Abstract | Full Text |
Abstract :Günümüz dünyasinin tanimlayici dinamiklerinden biri olan teknik, felsefi bir anlamda degerlendirildiginde oldukça zengin bir
düsünüs sahasi sunar. Bati felsefesi tarihinde teknik fenomeni üzerine sistematik ve kapsamli bir düsünce gelistiren ilk filozof olan
Martin Heidegger’in çalismalari bu alandaki en temel felsefi referanslardan biri olma niteligindedir. Dünyamizin içinde oldugu ve
etkilerini gün geçtikçe daha yogun bir biçimde hissettigi ekolojik kriz çaginda Heidegger’in teknigin dogasi üzerine olan düsüncesini incelemek vaatkâr bir girisim olarak görünmektedir. Gelistirmis oldugu Bati metafizigi ve modernite elestirisiyle Heidegger
düsüncesinin, hararetle yürütülmekte olan ekolojizm ve ekoloji politik tartismalari için vazgeçilmez ve istisnai zenginlikte bir
kaynak niteliginde oldugunu söylemek mümkündür. Bati felsefesinin bütün olasiliklarini tükettigi ve felsefenin nihayetine erdigi
tespitinde bulunan Heidegger, düsüncenin yeni bir baslangiç yapmasi gerektiginin altini çizer. Hesaplayan teknik akil içinde
büyük bir hammadde stokuna dönüstürülmüs olan doganin suskunluguna kulak verecek olan asil düsüncenin dili poetik olmalidir. Heidegger’e göre burada söz konusu olan sey, doganin ve düsüncenin, teknigin yok edici mantigindan kurtarilmasidir. |
|
Haben Balhis Vorschläge zur psychischen Gesundheit eine Entsprechung in der heutigen Psychologie? |
Author : Selahattin Akt |
Abstract | Full Text |
Abstract :Abu Zaid A?mad bin Sahl al-Balh?i¯ (850-934), der mit seiner multidisziplinären Persönlichkeit in der islamischen Ideengeschichte
hervorragt, ist der Autor des Buches Mas?a¯lih? al-abda¯n wa’l-anfus (Gesundung des Körpers und der Seele). In seinem Buch erwähnt
er, dass es keine beachtenswerte Arbeit über die psychische Gesundheit gibt, während jedoch über körperliche Gesundheit genügend Bücher geschrieben wurden und er behauptet zudem, dass seine Werke die ersten in dieser Hinsicht seien. Ihm zufolge sind
psychische Störungen häufiger als körperliche, und das Ausmaß, in dem Menschen von diesen Krankheiten betroffen sind, hängt
von individuellen Unterschieden ab. Die von Balh?i¯ in Bezug auf psychische Erkrankungen gestellten Diagnosen gehen über seine
Zeit hinaus. Das Ziel des vorliegenden Artikels ist es, Balh?i¯s Vorschläge basierend auf seinem erwähnten Buch unter Berücksichtigung der heutigen psychologischen Wissenschaft zu bewerten. Die Frage, die wir zu beantworten versuchen, lautet: Gibt es eine
Entsprechung zu Balh?is Vorschlägen aus dem zehnten Jahrhundert zur psychischen Erkrankungen in der heutigen Psychologie? |
|
Arnold Gehlen’de Kültürel Kriz ve Tarihin Sonu |
Author : Zeynep Zafer Esenyel |
Abstract | Full Text |
Abstract :Gehlen felsefi antropolojisinden hareketle gelistirdigi kültür ve kurumlar teorisinin isiginda insanligin bir kriz dönemine girdigini
iddia eder. Gehlen’e göre ilkel dönemlerde insanin eksikliklerini gidermek, yükünü hafifletmek ve yasamini devam ettirebilmek
için dogal bir zorunlulukla olusturdugu kültür ve kurumlar modern dönemle birlikte insan yasamini yozlastirmakta ve tehdit etmektedir. Insanin eylemlerine sabit bir arka plan saglama islevine sahip olan ilkel kurumlarin modernizmin kati
rasyonalitesinin bir getirisi olarak sosyal düzenin ve kültürün çöküsüne katki yapmaya basladigini belirten Gehlen, bu çöküsün
insan bilincinin kendisinde ölümcül degisikliklere neden oldugunu düsünür. Tüm bunlar ona göre insan dünyasinin kesinligini
yitirerek kaypak bir belirsizlige sürüklenmesine yol açmistir. Ilkel kültürler ile modern kültürler arasinda bir karsilastirma yapan
Gehlen için buradan çikan sonuç, endüstriyel yasama uygun yasadigi halde insanin bu varolus biçimi ile kendi biyolojik yapisiyla
daha fazla bas edemeyecegidir. Gehlen, modern dönemin hizla kültürel bir krize, teknolojik bir egemenlige ve bireysel varolusun
özerkliginin yitirilmesine neden oldugunu düsünür. Bu çalismanin amaci Gehlen’in kültür ve kurumlar hakkindaki görüslerini
ortaya koyarak, modernitenin yol açtigi sorunlarin tarihi nasil sonuna getirdigini tartismaktir.
|
|
Felsefe Bilmemeye Katlanabilir mi? Heidegger’de Hakikatin Bir Hakikat-Olmayan Olarak Ifsa Edilmesi |
Author : Adnan Esenyel |
Abstract | Full Text |
Abstract :Klasik metafizigi, varolanlara iliskin ortaya çikan bir hakikat arastirmasi olarak degerlendiren Heidegger’e göre bu durum,
varolanlarin verilmisligini, yani Varligi tümüyle göz ardi eder. Teknigin hâkim oldugu bir bilme eylemi içerisinde modern özne,
dogaya ve tüm varolanlara adeta saldirir ve hakikati onlardan tabir-i caizse zorla söküp almaya çalisir. Bütün bir dogayi denetim
altina alabilmek için varolanlarla girilen böylesi teknik ve teorik bir iliskide bilmemeye hiç yer birakilmaz. Oysa Heidegger’e
göre varolanlari bize veren ve hatta onlarla teknik ya da teorik bir baglanti kurmamizin olanagini meydana getiren seyin kendisi
bizzat bilmeye ve kavramlastirmaya direnmektedir. Üstelik karsilastigimiz varolanlara iliskin bir bilmenin ve hakikatin ortaya
çikabilmesi, Heidegger’e göre ancak bu bilinmezin kendisini bir giz olarak geri çekmesi ile mümkün hale gelir. Bu çalismanin
amaci Heidegger’de hakikatin ve her tür bilmenin aslinda özsel olarak hakikat-olmayana ve bilinemez olana nasil baglandigini
göstermektir. Böylece Heidegger’in tasavvur ettigi yeni felsefe kavrayisi, mutlak bir hakikate tabi olmak yerine asla tam olarak
bilenemeyecek olan gizin tecrübesine varmaya çalisacaktir. |
|
Political Philosophy and Oriental Polemics on the Ottoman Form of Government in 18th Century English Literature |
Author : Hasan Baktir ve M. Kasim Özgen |
Abstract | Full Text |
Abstract :The source and justification of the power and authority of the king have been subject for the discussion in state philosophy. There
are two terms employed to explain such relation in the history of thoughts going back to ancient Greek texts; tranny and despotism. The term tyranny is first used to refer to the rulers who overthrown the priest-kings whose ancestors are thought to be gods.
The new rulers are from human origin; thus, this revolution is taken as the first step for the democracy. Aristotle use despotism to
refer the authority in the family. The two terms have been discussed by the Renaissance and Enlightenment writers when referring
to the philosophy of the government. Niccolo Machievalli, Thomas More, Thomas Hobbes, David Hume, Baron de Montesquieu
and John Locke referred to such terms in their works. The argument of the nature and limit of power have been subject for 18th
century English writers as well. In particular, the two terms have been frequently used by the writers when referring to the nature
of oriental government. The present study aims to explore the context of the “Ottoman absolutism” in the 18th century literary texts
of the British writers. |
|
Bir Akil Yürütmeyi Saglam Yapan Nedir? |
Author : Bilal Genç |
Abstract | Full Text |
Abstract :Hanimefendiler ve beyefendiler, bilimde bir hastalik peyda oldu. Bugün, bilim önceki dogmatik zafiyetlerinden kurtulmus bir vaziyette müthis canli bir haldedir ve pek çok bakimdan en ileri düzeydedir.
Bilimin yeni hastaligi daha ilk asamasindadir ve bu hastalik sadece bilimin her zaman zayif olagelmis belirli üyelerine bulasmistir. Hastaligin semptomlari da lokaldir. Bununla birlikte hastalik lokal bir hastalik
degil aksine yapisaldir ve bu hastaligin su an bulasmamis bölgelere yayilma tehlikesi asikârdir. Üniversitelerde
görülen belirli bir düskünlük var; demek istedigim belirli fikirler iyi veya kötü bir akil yürütme yoluyla degil
de sirf moda haline geldikleri için üniversitelerde yayilmaktadir. Böylesi bir fenomen, atesli bir hastaliga benzetilebilir. Bilim degisik zamanlarda böylesi pek çok hastaligi –bunlarin bazilari çok ciddi idi- atlatmisti. Bu
hastaliklar ömürlerini tamamlamislar ve saglik geri gelmisti. Bu son hastalik daha da ciddi çünkü bu hastalik
sadece atesli bir salgin, sadece moda haline gelmis bir durum degil aksine büyük ölçüde bir ilkenin sonucu
olarak ortaya çikan bir illettir. Bir zamanlar savunulan her ilkenin bir canliligi vardir ve bu ilke çürütülünceye
kadar bu canlilik devam eder ve bizler bir ilke ölümcül darbeler aldiktan sonra bile zaman zaman sesi ancak
son zamanlara kadar gür çikan ilkelerin uzun bir ömrünün olacagi yorumlarini yapariz. |
|