Ütopyadan Distopyaya Cinsellik Ediminin Rolü | Author : Yakup AKYÜZ | Abstract | Full Text | Abstract :Cinsellik olgusu yemek, içmek gibi biyolojik, fizyolojik ve sosyolojik bir olgu, temel bir ihtiyaç kabul edilmistir. Bu nedenle hakkinda her dönemde düsünceler üretilmistir. Felsefede de cinselligin ne oldugu ve nasilligi tartisilmis ve tartisilmaya devam etmektedir. Cinsellikte iliski biçimi, tercihler, çiplaklik, aile, üreme ve haz olgusu tartisilan konulardan bazilaridir. Bu baglamda siyasal devlet teorileri olan ütopyalarda da cinsellik olgusu ele alinip islenilmistir. Platon, Yunan toplumunda görülen iliski biçimlerine eserlerinde yer vermis ve kadin-erkek arasindaki cinselligi savunmustur. Kadin-erkek iliskisini dogal görüp, bunun disindakileri olumlu karsilamamistir. Kadin-erkek arasi cinsellik Rönesans dönemi ütopyalarinda savunulmaya devam etmistir. Katolik felsefesi Rönesans ütopyalarinda etkisini sürdürmüstür. Bu etkinin sonucu olarak Rönesans ütopyalari da kadin erkek iliskisine dayali olan ve devlet kontrolündeki cinselligi savunmuslardir. Ütopyalara karsi tepki amaçli yazilan distopyalarda kadin erkek iliskisine dayali sadece üreme amaçli cinsellikten vazgeçilmistir. Cinsellik devlette otoritenin devamliligini saglama amacina yönelik eylem haline gelmistir. Distopyalardaki devlette cinsellik haz amaçli olsa bile yasalara bagli kalmistir. Son dönemde tepkisel amaçli ortaya konulan feminist ütopya ve distopyalar, kendinden önceki ütopya ve distopyalardaki kadina yönelik cinsellik algisini elestirmistir. Feminist ütopya ve distopyalar her iki bakisinda kadini öteledigini düsündügünden, ütopya ve distopya yazinindaki kadin erkek iliskisine bakisin farklilasmasini öngörmüstür. |
| Saban Teoman Durali Düsüncesinde Temel Meseleler | Author : Ahmet ÇAPKU | Abstract | Full Text | Abstract :Yakin tarihte vefat etmis olan Saban Teoman Durali, son dönem Türk düsünürlerinin önde gelen bir simasidir. Durali, felsefe-bilim çalismalarinda agirlikli olarak canlilik, evrim ve insan olus, metafizik, kültür ve degerler üzerinde durmus, bu meselelerde söz söylemis son dönem bati düsünce ekollerine ciddi elestiriler getirmistir. Durali’nin düsüncesi çesitli açilardan incelenebilir. Biz, çalismamizda, Durali’nin üzerinde en çok durdugu konulardan olmasi itibariyla, ‘temel meseleler’ üst basliginda sunlara yer verdik: Insan olus, felsefe-bilim, metafizik, degerlerin yeniden insasi. Burada, Durali’nin, felsefe-bilim açisindan metafizige ayri bir önem atfettigi vurgulamak isteriz. Degerleri kendi içinde; dil, aile, kültür seklinde alt basliklar halinde inceledik. Böylece insan merkezli bakis açisindan hareketle evvela insanin ontolojik ve epistemolojik boyutlari ortaya konulmus, devaminda bir ‘anlam’ varligi olmasi itibariyla insanî degerler kismi ele alinmistir. Böylece felsefî bütünlük yakalanmaya çalisilmistir. Durali’nin ortaya koydugu düsünce mirasi, felsefe-bilim çalismalarinda nasil bir yöntem takip edilmesi gerekir sorusuna bir cevap niteligindedir. Bu çalismada amacimiz, düsünürün eserleri üzerinden ortaya koydugu temel meseleleri incelemektir. |
| Çocuklarla Felsefenin Elestirisi | Author : Rabia DIRICAN | Abstract | Full Text | Abstract :Alanyazinda çocuklar için felsefe, çocukluk felsefesi ya da çocuk felsefesi gibi farkli isimlerle anilan çocuklarla felsefe, son yillarda siklikla gündeme gelen bir egitim etkinligidir. Ancak popülerlestirilen pek çok kavramda oldugu gibi çocuklarla felsefede de bir takim yanlis yargilarin, meseleyi esas amacindan çikararak ‘moda’ haline getiren yanlis algilarin mevcut oldugu düsünülmektedir. Egitimin, özellikle de felsefe gibi bir gelenek isi olan egitimlerin yeni olana degil gelenekli olana yaslanmasi; moda degil kalici olmasi önemlidir. Çocuklarla felsefe algisindaki yanlislari tespit etmek amaciyla kaleme alinan bu makalede; çocuklarla felsefenin yeni bir kavram oldugu yanilgisi, amacin saptanmadan yönteme geçilmesinin yanlisligi, çocuklarla felsefeye dil gelisimini, bilissel gelisimi, yaraticiligi, ahlak gelisimini desteklemek gibi yüzeysel amaçlar belirleyerek bilgelik tanimindan uzaklasilmasi ve felsefenin egitimde araçsallastirilmasi, çocuklarla felsefenin oldukça kisa süreli kurslarla ticari amaçli yapilmasi ve çocuklarin dogustan filozof oldugu yanilgilari tartisilmistir. Sonuç olarak çocuklarla felsefenin üç ayagini olusturan insan, felsefe ve egitim tanimlari irdelenmis, çocuklarla felsefe egitiminin bu tanimlar etrafinda sekillenmesi gerektigi düsünülmüstür. |
| Antik Çag ve Günümüzden Örneklemelerle, Insan Gelisimi ve Ögretim Programlarinda Müzik Egitiminin Yeri ve Önemi | Author : Erden Miray YAZGAN YALKIN | Abstract | Full Text | Abstract :Ülkelerin egitim sistemlerinde müzik egitimine atfedilmesi gereken önem hakkinda kültürlerarasi bir teori insa etmeyi amaçlayan bu çalismada, ideal toplumun insasinda egitimin yeri incelenmekte ve bu kapsamda Konfüçyüs’ün müzik egitimine vermis oldugu öneme dayali olarak, Çin gibi büyük bir medeniyetin düsünce yapisinin temel taslarindan birisi olan Konfüçyüs ögretisi çerçevesindeki hipotez ve epistemolojiler ele alinmaktadir. Farkli bir dil ve kültüre sahip olan Çin’deki düsünce dünyasi her ne kadar bizim kültürümüzle dogrudan iliskili olmasa da farkli kültürlere ve o kültürlerin düsünce dünyalarina iliskin yapilacak her çalisma, farkli kültürler arasindaki paralellikler, benzerlikler ve farkliliklari inceleyerek verimli sonuçlar elde edebilmek açisindan önemlidir. Bu çalismada ilk olarak, Konfüçyüs Okulu, Konfüçyüs’ün ögretisi ve amaci hakkinda genel bir bilgi verilmekte; sonra, Konfüçyüs’ün egitime verdigi önem ile kendi kavrayisi çerçevesinde müzik egitimi hakkindaki hipotezlerine deginilmekte ve müzik egitimi Shi-Jing (Sarkilar Kitabi) kapsaminda incelenerek Konfüçyüs’ün müzigin ve ritüellerin neden önemli olduguna dair düsünceleri ele alinmaktadir. Ardindan, disiplinlerarasi etkilesimler çerçevesinde müzigin bilissel yeteneklerin gelismesindeki katalizör rolünü konu edinen örneklemler üzerinden, müzik ile akil yürütme arasinda var olan dolayimli iliskiden hareketle müzigin egitim sistemindeki yeri ile bu baglamda günümüz egitim ve ögretim modellerinde müzik egitimine özellikle önem verilmesinin gerekliligi üzerinde durulmaktadir. |
| Nancy Fraser’da Toplumsal Adalet ve Dayanisma Taninma Politikasi ve Yeniden Bölüsüm Politikasi Arasinda Tamamlayici Bir Iliskinin Kurulmasi | Author : Hediye DUMLU | Abstract | Full Text | Abstract :Yirminci yüzyilin sonlarinda, etnik, din, irk, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim temelli kolektif farkliliklarin taninmasi yönündeki talepler, yeniden bölüsüm taleplerinin önüne geçecek derecede belirgin hale geldi. Bu degisim, kolektif farkliliklarin tanimasini odagina alan yeni adalet paradigmasinin, toplumsal kaynaklarin daha adil dagilimini ve esitligi odagina alan geleneksel yaklasima dayali adalet paradigmasini gölgede birakmasinda gözlemlenebilir. Her iki adalet paradigmasi arasinda bir gerilimin olduguna dair yaygin bir görüs vardir. Taninma paradigmasinin savunuculari, yeniden bölüsüm paradigmasini kültürel taninma taleplerini ihmal ettigi gerekçesiyle elestirirken; taninma paradigmasi da ekonomik yeniden bölüsüm taleplerini ihmal ettigi gerekçesiyle elestirilir. Biri toplumsal adaletin kültürel, digeri ekonomik boyutunu disarida birakan tek boyutlu adalet kavrayislari nedeniyle, çoklu kesisen kolektiviteler arasinda olmasi gereken dayanismaya vurgu yapmayi ihmal ederek politik alani daraltirlar. Öte yandan, yeni toplumsal hareketler içinde kolektif farkliliklarin taninmasi taleplerinin baskin hale gelmesiyle, adalet talepleri ekonomik boyutundan ziyade kültürel boyutuyla öne çikmistir. Bu gelismeler baglaminda, Sol içinde iki tür kutuplasmadan söz etmek mümkündür. Ilki, sosyalizmle ana akim çokkültürcülük arasindaki kutuplasmadir. Ikincisi yapibozumla ana akim çokkültürcülük arasindaki kutuplasmadir. Bu çalismada, toplumsal adaletin tek boyutlu kavranisina ve Sol içindeki kutuplasmalara karsi iki tür ihtiyaci tartisacagiz: Ilki, çok boyutlu adalete olan ihtiyaç. Ikincisi, çoklu kesisen kolektiviteler arasindaki dayanismaya olan ihtiyaç. Bu tartismada ilk olarak, toplumsal adalete iliskin ya taninma ya da yeniden bölüsüm paradigmasini seçmek zorunda olmadigimizi, taninma ve yeniden bölüsüm arasinda oldugu varsayilan ikilemin yaniltici oldugunu ileri sürecegiz. Ardindan, taninma politikasi ve yeniden bölüsüm politikasi arasinda tamamlayici bir iliski kurmayi mümkün kilan politik stratejiyi ele alacagiz. Tartismalarimizi çok boyutlu kolektivite olan toplumsal cinsiyete basvurarak gelistirecegiz. |
| Jean Jacques Rousseau’da Insan Dogasina Iliskin Iyimser Çözümlemelerin ve Dogustan Ahlaki Duygularin 20. Yüzyil ve Günümüz Psikoloji Çalismalarindaki Yerine Dair Bir Degerlendirme | Author : Mehmet EVREN | Abstract | Full Text | Abstract :Bu çalismada, 18. yüzyil Aydinlanma Çagi filozofu Jean Jacques Rousseau (1712-1778)’nun, egitim üzerine yazdigi Emile adli çalismasi basta olmak üzere pek çok eserinde yer verdigi özsevgi, vicdan, merhamet, adalet gibi ahlaki duygulardan bahsedilmektedir. Rousseau, insanda bu duygularin dogustan oldugunu söylemekle birlikte insanin iyi bir dogaya sahip oldugunu da düsünmektedir. Benzer sekilde insan dogasi hakkinda iyimser görüsleri bulunan bireysel psikoloji ile fenomenolojik inceleme yöntemini ele alan hümanist psikoloji gibi alanlarda Rousseau’nun insan dogasina iliskin iyimser yaklasimi ve insanin dogasinda dogustan bulunan ahlaki duygulari destekleyen çalismalar bulunmaktadir. Bu çalismanin amaci, Rousseau’nun dogustan oldugunu ileri sürdügü ahlaki duygulara iliskin yaklasimi ile insan dogasina iliskin iyimser görüslerinin günümüz psikoloji sahasindaki kimi yaklasimlarca da desteklendigini ortaya koymaktir. Çalismanin bir diger amaci ise günümüzde bebeklerde ahlaki bilincin oldugunu ileri süren Karen Wynn ve ekibinin (Paul Bloom ve J. Kiley Hamlin) arastirmalarini Rousseau’nun iyimser insan dogasi anlayisindan hareketle ahlaki duygularin dogustan olup olmadigi yönünden tartismaya açmaktir. |
| Heidegger’in “Nietzsche Beni Mahvetti!” Sözü Üzerine Bir Inceleme | Author : Feyruze CILIZ | Abstract | Full Text | Abstract :Bu makale, Heidegger’in uzun soluklu Nietzsche okumasi sonucunda dile getirdigi düsünülen “Nietzsche beni mahvetti!” sözü üzerine bir arastirma sunmaktadir. Heidegger neden böyle bir serzeniste bulunmus olabilir? Onu böylesi bir çöküntü ya da yorgunluga götüren neden ne olabilir? Heidegger Nietzsche’nin felsefesini hangi amaçla yorumlamaya baslamistir? Yorumlarinin baslangici ve sonu arasinda bir degisim söz konusu mudur? Bu tarz sorular esliginde Heidegger’in Nietzsche okumasina Heidegger’de yarattigi etki baglaminda yaklasmak mümkündür. Heidegger’in bu sözü sarf ettigi varsayilirsa, Nietzsche’yle yüzlesmesinin sonuçlarini açiga çikarmak gerekecektir. Heidegger Nietzsche’de metafizik, sanat, politika, bilgi, bilim, din gibi konular üzerinde yogunlasmistir. Heidegger Nietzsche’yi dogru anlamak gerektigi noktasinda oldukça israrcidir. Ona göre Nietzsche’yi anlamak yirminci yüzyili ve sonraki yüzyillari dogru anlamak açisindan önemlidir. Nietzsche’nin felsefesini tam olarak anlayabilme girisimi Heidegger’in 1936-1950 yillari arasindaki çalismalarinda yer alir. Bu sürecin Nietzsche gibi kapali bir filozofu anlamak açisindan uzun ve sikintili geçtigi söylenebilir. Öyle ki, Heidegger hem kendi felsefe yapma tarzindan hem de Nietzsche’nin felsefesinin zorlugundan kaynakli farkli düsünceler öne sürmüstür. Sonuç olarak Heidegger için Nietzsche’yi yorumlama süreci pek kolay bir süreç olmamistir. |
| Cassirer’de Mitik Bilinç | Author : Nil AVCI | Abstract | Full Text | Abstract :Bu makalenin amaci Ernst Cassirer’in mitik bilinç kavramini çözümlemektir. Çözümleme Cassirer’in Yeni-Kantçi gelenegi takip ettiginin kabulü yerine onun felsefesinin bir tür fenomenoloji oldugu kabulü üzerine insa edilmistir. Bu kabul ve vurgu ile Cassirer’in Sembolik Formlar Felsefesi’nin ikinci cildinde sundugu mit kurami fenomenolojik bir baglama yerlestirilecektir. Böylece Cassirer’in miti tanimlama çabasinin özünde bilincin gelisimindeki ilksel formu ifsa etme çabasi oldugu gösterilecektir. Cassirer için mitin önemi onun belirli bir görü, kavrayis, algi, davranis, benlik ve yasam formunu içeren deneyim dünyasina isaret etmesinden gelir; çünkü mitoslarin üretilebilmesinin kosulu öncelikle dünyanin mitik bir bütünlük kazanarak deneyimlenmesidir. Dünyanin mitik belirisini askinsal (transendental) olarak kosullayan ve deneyimleyen bilinç ise mitik bilinçtir. Iste felsefenin asil arastirmasi gereken bu bilinç biçiminin tinsel ilkesi, anlamlandirma edimi ve onun diger bilinç biçimleriyle paylastigi evrensel yapilari kendine has farklilastirma biçimleridir. Bu dogrultuda makale, Cassirer’in izinden giderek, onun diger mit kuramlarina dair elestirisiyle baslayacaktir. Ilk bölüm mitik bilincin asli edimini açiklayan kavramlarin yasallik, kurucu etkinlik ve dolayim oldugunu öne sürecek ve kavramlarin köklerinin Kant’in elestirel felsefesine uzandigini gösterecektir. Ikinci bölüm sembolik formlari “dünya edinme yollari” olarak açimlayacaktir. Bu bölümde mitik bilincin temel kategorileri, özellikle nedensellik kategorisi üzerinde durulacaktir. Son bölümde ise mitik zaman ve mekân görülerinin birlik verici ve ayirt edici veçheleri tartisilacaktir. Böylece bu bölümleme, bize mitik bilincin diger temel bilinç biçimlerinden, sagduyunun empirik bilincinden ve kuramsal-bilimsel bilinçten, farkini ortaya koyma olanagini da sunmus olacaktir. |
| Kerry ile Polemigi Baglaminda Frege’nin “Nitelik-Özellik” Ayriminin “Kavram-Nesne” Ayrimi Üzerinden Degerlendirilmesi | Author : Diler Ezgi TARHAN | Abstract | Full Text | Abstract :Sembolik mantigin ve analitik felsefenin kurucusu olan Gottlob Frege’nin felsefesinde “kavram–nesne” ayrimi, kavramlar arasi bir siniflandirma üzerinden “fonksiyon–argüman” ayrimina uzanmaktadir. Sözkonusu ayrim, “kavram–kaplam” iliskisi üzerinden “nitelik – özellik” ayriminin yapilmasini gerektirmis ve bu ayrim sayesinde kavramlarin kendi aralarinda da ayri bir siniflandirma yapilmistir. Öyle ki kaplami nesnelerden olusan “birinci düzey kavramlar”, nesnelerin bir özelligine (Eigenschaft) yüklemlenirken; kaplami kavramlardan olusan “ikinci düzey kavramlar” ise kavramlarin bir niteligine (Merkmal) yüklemlenmektedir. Dolayisiyla birinci düzey kavramlarin altina nesneler düsmekte; ikinci düzey kavramlar ise birinci düzey kavramlari içermektedir. Iste tüm bu Fregeci ayrimlarin, kavram ile nesne arasinda belirgin bir ayrim yapilamamis olmasi nedeniyle bir anlam karmasasina yol açtigi ve zaten kavram ile nesne arasinda böylesine bir ayrimin da gereksiz oldugu kabülünden hareketle Kerry, Frege’nin Aritmetigin Temelleri adli eserindeki birçok düsüncesini elestirmektedir. Iste bu makaleyle yapilmak istenen de Frege’nin bu elestirilere verdigi yanitlari, özellikle Kavram ve Nesne Üzerine baslikli makalesinden hareketle serimlemek ve “nitelik-özellik” ayrimini, “kavram-nesne” ayrimi üzerinden açik kilmaktir. |
| Antony Gormley’in Figüratif Heykellerinde Kuantum Yansimalar | Author : Osman YILMAZ | Abstract | Full Text | Abstract :Insan: sanat ve bilimi ortak bir duyguda bilestiren temel güç. Sanat ve bilim yöntemleri bakimindan farklilik gösterirler ancak, arayislari ayni yöndedir. Insanla ilgili düsünceler sanat ve bilimde bir benzerlik ilgisi içindedirler. Günümüz için de bu durum degismemistir. Heykel Sanatinda insana duyulan ilgi hemen her dönemde kendine özgü bir yer bulmustur. Günümüz sanati içinde bu olgu degismemis, beden bilimsel bilgiler isiginda yeni bir boyut kazanmistir. Kuantum dünyasinda yapilan bilimsel arastirmalar ve elde edilen bilgiler düsünce dünyamizi radikal bir biçimde degisiklige ugratmistir. Antony Gormley’in figüratif heykelleri bu anlamda öncü bir güce sahiptir. Insan bedeni ve onun altinda kuantum(atom-alti parçaciklar) dünyasinin gizemli gerçekligi bedene bakisimizi ve beden hakkindaki düsüncelerimizi degistirmistir. Kuantum dünyasindaki yansimalarin açikça görüldügü sanatçilardan biri de Antony Gormley’dir. Çagdas bir sanatçi olarak, günümüz beden plastigine yeni özgün yorumlar getiren Antony Gormley’in figüratif heykelleri, bu iliskiler baglaminda degerlendirilmektedir. Bedenin fiziksel ve ruhsal varligi, kuantum dünyasinda parçacik-dalga iliskisinde figüaratif yeni imgeler olarak kendilerini göstermektedirler. Bu makalede, kuantum teorileri üzerinden A. Gormley’in figüratif heykelleri irdelenmis ve degerlendirilmistir. |
| Sokratik Diyaloglarin Realist ve Anti-Realist Yorumlari | Author : Mehmet Eren GEDIKLI | Abstract | Full Text | Abstract :Sokratik diyaloglarin hangi felsefi yaklasim ile kaleme alindigi Platon yorumculari açisindan problematiktir. Realist yorumlama biçimini benimseyen yorumcular için Sokratik diyaloglar ontolojik realist bir karakterdedir. Bu dogrultuda Sokratik diyaloglarin ana problemi, ileride Platon’un askin, metafiziksel idealarini önceleyecek bir biçimde içkin tümeller iken, Sokratik diyaloglardaki tanim arayisi da özcü bir tanim arayisidir. Anti-realist yaklasimi benimseyen yorumculara için ise ayni diyaloglar öbegi epistemolojik idealist bir karakterdedir ve bu yaklasim tarzi ile kaleme alinmistir. Bu nedenle, Sokratik diyaloglarin odak noktasinda ontolojik bakimdan içkin tümeller ya da etik baglami içinde tümevarim yoluyla elde edilmeye çalisilan etik özler yoktur. Aksine Sokratik diyaloglarin asil hedefi “Kendini Bil!” düsturu temelinde ruhun kendinde mahfuz tuttugu evrensel, saf, apriori ve dedüktif etik bilgisini ya da bilimini ve saf pratik yasayi açiga çikarmaktir. Bu karsitlik ekseninde çalisma, öncelikle, realist yorum açisindan Sokratik diyaloglarin temel tezlerinin neler oldugunu ortaya koymus ardindan anti-realist yorumun realist yoruma getirdigi elestirileri ve bu dogrultuda ortaya koydugu temel tezleri incelemistir. Nihayetinde, her iki yaklasim tarzinin ana hatlari ile karsilastirilmasina ve degerlendirilmesine yer verilmistir. |
| Pre-Critical Kant on Traditional Logic: What is the Mistake in Syllogistic Theory? | Author : Arman BESLER | Abstract | Full Text | Abstract :Immanuel Kant held nearly two decades before (1762) the beginning of his ‘Critical period’ (1781) that the traditional tripartite/quadripartite division of the figures in categorical syllogistic remained a ‘mistaken subtlety’ (falsche Spitzfindigkeit), given (i) that the Aristotelian perfect moods were the only ‘pure’ patterns of reasoning that exemplify the term order – called the first figure – prescribed by the general rule of ratiocination per se, and (ii) that every imperfect mood in the same theory could be ‘reduced’ to one of those four. There really are sheer logical problems, already noted in the literature, in Kant’s reading of the standard reductive scheme for categorical syllogistic as a set of instructions for restoring the first figure within the premises of a given imperfect mood. However, the real issue is the way Kant benefits from these points to justify his ‘mistaken subtlety thesis’ (MST), which translates in turn into the issue of the correct interpretation of the thesis itself. This paper aims to show that, contrary to appearance, MST might fail to make any definite sense; to that end, it first presents and evaluates Kant’s own special conception of judgment and reasoning that centers around the notion of syllogistic mediation, on which basis Kant states MST; then it shows that a tenable reading of MST answering to the Kantian conception and to common facts about inference and deduction cannot be made. The paper concludes by proposing to connect this negative result to Kant’s wavering between descriptive and prescriptive perspectives on purely logical matters. |
| Helen-Roma Kültürü ve Erken Hiristiyan Dönemde Kendilik Kaygisi Baglaminda Asketizm (Çilecilik) Pratikleri | Author : Mehmet Kasim ÖZGEN Büsra BILGIN | Abstract | Full Text | Abstract :Kendiyle ilgilenme, kendilik kaygisi baglaminda ele alinan asketizm kavrami, Helen-Roma ve erken Hiristiyanlik dönemlerinde iki farkli anlami ve uygulama seklini karsilamistir. Genel manada egzersiz yapmak ve çilecilik anlamlarina gelen asketizm, Helen kültüründe insanlarin bir yasama biçimi olarak, hayatlarini nasil daha iyi ve daha güzel yasayacaklarina dair kaygiyla uyguladigi pratikleri içeriyordu. Bu pratikler birtakim yoksunluklar ve ölçüye dayali perhizlerdi. Amaç kisiyi, fiziksel yoksunluklara alistirarak basina gelebilecek fiziki ve manevi kötü olaylara karsi daima hazir bulundurmakti. Kisi böylece karsilastigi hiçbir kötü olaydan duygusal olarak etkilenmeyecek ve akla dayali hareket edecektir. Öte yandan Hiristiyanlikla birlikte asketik pratikler, -manastirlarda veya toplumdan uzak issiz herhangi bir yerde- münzevi bir yasami ifade etmeye baslamistir. Daha önce ilimli sekilde yapilan perhizler katilastirilarak tamamen reddedilmeye ve askiya alinmaya baslanmistir. Böylelikle kisi kendini sinayacak ve ruhun bedenden kurtulmasi saglanacaktir. Kisi ancak bu asketik yolla arindirilirsa kurtulusa erebilecektir. Hiristiyanlikta amaç, kendini tanimak yoluyla hakikate erismektir. Bunun yolu da asketik pratiklerdir. Bu çalismayla birlikte, asketizmin kendilikle iliskisi baglaminda kisinin hakikatle ve kendi kendisiyle kurdugu iliski üzerindeki rolünü incelemis olacagiz. Bu iliskilerin en spesifik örnekleri Helenistik dönem ve Hiristiyan çileciliginde görüldügü için bu dönemleri ele almayi ve aralarindaki fark ve sürekliliklere isaret etmenin daha uygun olacagini düsündük. Böylelikle, kisinin hakikat söyleminin pastoral iktidar tarafindan nasil bir degisime ugradigini ve kendiyle ilgilenmek baglaminda yapilan asketik pratiklerin tarihsel izini sürerek geçirdigi dönüsümleri açiga çikarmayi planliyoruz. Sonuç olarak bu çalisma ile, asketik pratiklerin Hiristiyanlikla birlikte ortaya çikmadigini, tarihinin eski Yunan’a kadar uzandigini görmüs olacagiz. |
| Ayn Rand Düsüncesinde Objektivizm Baglaminda Rasyonel Egoizm | Author : Mahmut AVCI Ebrar YILDIZ | Abstract | Full Text | Abstract :Bu çalismada filozof ve yazar olan Ayn Rand’in kurucusu oldugu objektivizm felsefesi baglaminda rasyonel egoizm anlayisi, Rand’in yasadigi dönem ve çevrenin onun üzerindeki etkileri ve etkilendigi filozoflarin düsünce olusumuna etkileri çerçevesinde ele alinmistir. Konunun daha iyi anlasilabilmesi açisindan düsüncelerine etki eden temel kavramlara da deginmeyi uygun bulduk. Özellikle laissez faire, laissez passer kapitalizminin savunucusu olan Rand, radikal görüsleri nedeniyle bazi çevrelerce nefret söylemleri ile anilirken, bazi çevrelerce de sayginlik görmüs bir sahsiyettir. Rand’a göre kurucusu oldugu etik anlayisi kapitalizmin sahip olmasi gereken ahlaki kaideleri içerisinde barindirmaktadir. Rand’a göre etik, insanlarin dogru amaçlar gelistirmesi konusunda onlara rehberlik eden, eylemlerine yön veren degerler kodudur. Degerler ise alternatifleri ile vardir. Iyinin degeri kötünün varligi ile bilinir. Dogrunun degeri yanlis ile anlasilir. Ayni sekilde hayatin degeri ölümün gerçekligine baglidir. Alternatiflerin temelinde yer alan en önemli deger hayattir. Kisinin diger degerleri elde edebilmesi kendi yasamini sürdürülebilir kilmasina baglidir. Insanin en ulu amaci mutlu bir yasam sürmektir. Insanlarin bütün eylemleri hayatta kalma içgüdüsü ile yön bulur. Bu nedenle rasyonel egoizm bize hayatta kalmanin akilci ve nesnel yollarini sunar. |
| Dîvân Siirinde Kullanilan Üç Kelimeye (Kalem, Kîl ve Kâl) Hermeneutik Yaklasim | Author : Mehmet Malik BANKIR | Abstract | Full Text | Abstract :Beynin temel fonksiyonlarindan olan dil ile ilgili birçok çalisma yapilmis ve yapilmaya devam edilmektedir. Dilin yapi taslarindan olan düsünebilme, konusma ve ifade edebilme yetenegi beyin içerisinde yer aldigina göre beyin üzerindeki bilgilerimiz ne kadarsa dil konusunda da asagi yukari o kadar bilgiye sahip olmamiz dogaldir. Çünkü dil de en az beyin kadar karmasik ve büyülü bir dünyaya sahiptir. Baska bir ifadeyle beyin, dilin temel birimlerinden olan kelimeler vasitasiyla düsünür. Durum böyle olunca düsünme, dille, dolayisiyla kelimelerle iliski kurabilme yetenegidir. Mantik kurallari çerçevesinde düsünüldügünde kelime hazinesinin çok olusu ve genisligi beynin kapasitesini dogru orantili olarak etkiler. Kelime hazinesinin çoklugu da bireysel kültür, olgunluk ve bilgelikle dogru orantilidir. Çocukluklarindan itibaren iyi bir tedrisat gören ve kendisini çok yönlü yetistiren dîvân edebiyati sâirlerinin; düsünüs tarzina, bilimlere ve belâgate olan hâkimiyetleri bunun en somut örnegidir. Kelimenin farkli manalarda ve görevlerde kullanildigini bilen ve kelimeyi farkli manalara gelecek sekilde kullanabilen dîvân sâiri, ayrica ayakli bir sözlük gibidir. Çalismamizda dîvân sâirinin bu kabiliyetinden yola çikilarak ulasilabilen eserler taranip bu üç kelime (kalem, kâl ve kîl) üzerinde duruldu. Bu üç kelimenin beytin anlamini nasil etkiledigi ve beyti nasil sekillendirdigi, kelimelerin baglam içerisinde olusturduklari anlam derinligi beyitlerle örneklendirildi. Incelenen eserlerde bu üç kelimenin çokça kullanildigi görüldü. Eserlerde çok kullanilan bu kelimelerin geçtikleri bütün beyitler alinmadi. Sadece farkli manalarda ve orijinal biçimde kullanilanlari seçilip çalismaya dâhil edildi. |
|
|